En büyüğünden en
küçüğüne, tek hücrelisinden kompleks organizmalara, bitkisinden hayvanına
yeryüzündeki bütün canlı türleri olarak tek yuvamız olan dünya bugün istilacı
bir türün tehdidi altında. Öyle bir tür ki dünyada yaşamın var olmaya başladığı
4.5 milyar yıldır hiçbir canlı türünün yapamadığını yapıp yaşayış şeklini
doğaya göre şekillendirirken daha sonra doğayı kendi yaşamına göre
şekillendirmeye başlamıştır. Elde ettiği evrimsel kazanımları sadece kendini
düşünerek hayatını daha rahat, ömrünü daha uzun kılmak için kullanırken, adeta
Nasreddin Hoca’yı imrendirirmişcesine, gidecek başka yeri olmadığı halde
muazzam evi dünyayı büyük bir yıkıma sürükleyen bu türü herhalde okuyucu
kolaylıkla tahmin edebilmiştir: taksonomik ismiyle Homo-Sapiens yani biz,
insanlar!
Özellikle 18. Yüzyıl’da
yaşanan Sanayi Devrimi ve ardından gelişen tarihsel süreç insanoğluna ekonomik
sistem olarak kapitalizmi benimsetmiştir. Öyle ki insanoğlu kapitalizm sayesinde
daha önce hiç ulaşamadığı bir refah ve zenginlik seviyesine erişmiştir. Fakat
kapitalizm yarattığı bu zenginliği ne pahasına elde ettiğini hiçbir zaman göz
önüne almamıştır. Ta ki çevresel sorunların mikro düzeyden uluslararası düzeye
erişmeye başladığı 1970’lere kadar. Bu tarihten itibaren başını Avrupa
Birliği’nin çektiği pek çok uluslararası kurum ve kuruluş insan kaynaklı doğa
yıkımlarının önüne geçilmesine uğraşmaktadır. Fakat bu uğraşların sonuç
vermediği; insanlığın daha fazla üretim, büyüme, kar maksadıyla dünyayı sona
götürmeye devam ettiği görülmektedir.
Günümüz ekonomik sistemi
kapitalizmin şekillendirdiği ve gerektirdiği gibi ‘yap-kullan-at’ çizgisi
üzerine kuruludur. Yani bir bakıma doğrusaldır. Bu doğrusal ekonomik sistem her
ne kadar tüketimi, karı ve dolayısıyla da ekonomik büyümeyi sağlayabilse de
yaşamın doğasına aykırılığıyla dünyanın geleceğini tehdit eden ekolojik bir
yıkıma karşı gözleri kapalı durumdadır. Fakat dünya üzerinde var olan yaşamın
doğası döngüseldir. Bu döngüsellik müthiş bir tasarruf ve etkinlik
sağlamaktadır. Bu tasarruf ve etkinlik sayesinde yaşam bu kadar çeşitli ve
yaygındır. İnsanoğlunun en çok övündüğü yaratımlarından bir olan teknolojiyi
geliştirirken sıklıkla doğadan ilham almış olmasına karşın aynı ekonomik sistemi
ve yaşayış biçimini kurgularken doğadan hiç nasibini alamaması şaşılacak bir
durumdur.
Yukarıdakilerden
rahatlıkla çıkarılabileceği gibi ekonominin döngüsel bir şekilde yeniden
tasarlanması bir zorunluluktur ve her geçen gün geç kalınmış zaman aralığını
genişletmektedir. Zira yapılan birçok bilimsel çalışma, gerekli önlemlerin
alınmamaya devam edilmesi halinde insan kaynaklı çevre problemlerinin en
büyüklerinden biri olan küresel ısınmanın kötü etkilerinin geri
döndürülemeyeceğini ortaya koymuştur. Bu çerçevede döngüsel ekonomi yönünde
atılacak ilk adımlardan biri bugün insanlığın yaşadığı tüketme paranoyasını
aşmaya çalışmaktır. Bugün tüketimin bir araç olmaktan çıkarıp yaşama amacı
haline getirildiği düşünüldüğünde şüphesiz ki bu durumun değiştirilmesi
doğrusal ekonominin zararlarını gidermede önemli bir etken olacaktır. Öte
yandan hayatımıza adeta Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sından çıkıp girmiş
olan, kullan-at biçiminde tezahür eden tüketim biçimi de değiştirilmesi gereken
bir diğer durumdur. Bu şekilde ortaya çıkan atıklar doğada uzun süre kalmakta
ve bu sebeple ekolojik problemler doğurmaktadır. Bu durumu değiştirmenin yolu
ikinci el piyasaların önemini arttırmak ve tamir, onarım gibi faaliyetleri özendirmektir.
Döngüsel ekonomiye geçişte dikkat çekilmesi gereken bir diğer nokta ise
enerjinin etkin kullanılması ve çevreci yollarla yani yenilenebilir
kaynaklardan elde edilmesidir. Bu konu Türkiye gibi dış açığının en önemli
kalemini enerji ithalatı oluşturan bir ülke için çok daha ehemmiyetlidir. Öte
yandan insanlarda bir çevre bilincinin oluşturulması ve geri dönüşüm kültürünün
benimsetilmesi bu yolda yapılan en önemli eylemlerden biri olacaktır.
İnsanların yaşanabilir bir çevreyi refah unsurlarından biri olarak kabul
etmeleri, doğaya bakışı pozitif yönde etkileyecektir.
Bugün yaşadığımız ve
dünyanın geleceğini tehlikeye düşüren küresel ısınma dâhil pek çok çevresel
problemin temel sebebi üretim, tüketim gibi ekonomik faaliyetlerdir. Bu
çerçevede İktisat bilimi çevreye, doğaya sırtını dönmek bir yana bu olumsuz
durumun tersine çevrilmesinde başı çeken bilim dalı olmak durumundadır.
Kapitalizmin en büyük mottolarından ihtiyaçların sonsuzluğu, fayda ve kar
maksimizasyonu, rasyonel insan kavramları bugün her zamankinden daha çok
eleştirilmek zorundadır.
Kaynaklar