In English

30 Haziran 2015 Salı

PAZARDA DURUM NE? FİYATLAR NASIL?

PAZARDA DURUM NE? FİYATLAR NASIL?

                Semt pazarları halkın %95’inin alışverişini yaptığı, tarihi çok eskilere dayalı ve kültürümüzün ayrılmaz bir parçası haline gelmiş olan yerlerdir. Bir ülke ekonomisinin durumunu anlamak için pazara gitmek ve kısa bir gözlem yapmak yeterlidir. Ürünlerin çeşitliliği, pazarın kalabalıklığı, fiyatlar o ülkenin durumu ile ilgili çok şey anlatır bize. Ben de dün Nevşehir’de kurulan halk pazarına gittim. Nevşehir’de pazar haftada iki gün kuruluyor. Son birkaç yıldır da belediyenin yaptırdığı kapalı binaya taşındı ve daha modern bir hal aldı.

                             
   Genel olarak pazar hareketliydi. Ramazanın bereketi fazlasıyla pazara yansımış görünüyordu. Oldukça kalabalık olan pazarda Pazar esnafının çoğu mallarını büyük bölümünü satabilmişti. Kışın yaşanan pahalılık etkisini azaltmış. Fiyatları aşağıda görsellik katarak gösterdim. Etiketlerde yazılanlar kilogram başına düşen fiyatlardır.

Kavun 1 TL
Şeftali 3 TL


Salatalık 1 TL

Erik 1,5 TL

Patates 2 TL

Biber 1,5 TL

Patlıcan 1.5 TL

Soğan 75 kuruş

Karpuz 40 kuruş

Elma 1,5 TL

29 Haziran 2015 Pazartesi

BORSAYA YATIRIM KUMAR MIDIR?

BORSAYA YATIRIM KUMAR MIDIR?

                Ülkemizde son yıllarda ülke ekonomisi üzerine sağladığı katma değer yeni anlaşılan finansal bir olgu olan borsa, yeni yeni geliştirilmeye, insanların ve şirketlerin katılımının arttırılmasına çalışılmaktadır. Gelişmiş ülke ekonomilerinin yüzyıllardır organize bir şekilde kullandığı ve faydalandığı borsalar, bizim ülkemizde de 1800’lü yıllara dayanan tarihine rağmen ön yargı ve bilinçsizlik nedeni ile fazla gelişme kaydedememiştir. En nihayetinde 1986 yılında İstanbul Menkul Kıymetler Borsası adı altında faaliyete geçen ilk organize borsamız 2013 yılında Borsa İstanbul adını alarak yeni kimliğiyle vizyonunu genişletmiş ve faaliyetlerine büyük bir borsa olma yolunda ilerleyerek devam etmektedir.
                Ülkemizin en büyük sorunu bilgisizlik ve bu bilgisizliğe rağmen her konuda konuşan kişi sayısının çokluğudur. Borsa ile kumarın bağdaştırılması çok eskiye dayanıyor. Bu bağdaştırmanın en önemli sebebi de hem borsada hem kumarda kısa sürede çok fazla kaybedebilme ihtimalinin olması olabilir. Toplumdaki borsada tamamen şans ile para k
azanılacağı algısı da borsa ve kumar arasındaki ilişkiyi güçlendiriyor.
                Peki, borsaya yatırım yapanlar sadece şansları ile mi kazanıp kaybediyorlar? Bunun böyle olmadığı konuya biraz ilgisi olan kişiler tarafından muhakkak biliniyordur. Fakat toplumumuzda henüz oluşmamış borsa kültürü ve ilgisizlik nedeniyle bu konuda çok yanlış bir algı hâkim. Bu arada borsa kelimesini hisse senetleri borsası için kullandığımı da belirtmem gerekiyor.  Borsada şans da bir unsurdur. Kimse bir hisse senedinin gelecekte nasıl bir seyir izleyeceğini bilemez. Fakat öngörebilir. İleriyi görmek hem bir yetenek hem de yeterli bilgi düzeyi ile çalışmanın ortak ürünüdür. Borsada işlem gören kâğıtların geçmiş performanslarını irdeleyerek gelecekleri hakkında bir fikir oluşturmak için geliştirilmiş pek çok bilimsel metot vardır. Öte yandan borsada fiyatlar insanların hisse senetlerine olan arz ve taleplerine göre değişir. Serbest alım satım yapılan bu pazarlarda insan davranışlarını ve psikolojisini çözümleyebilen bir kişi hisse senetlerinin hareketlerini öngörmede önemli bir avantaj sağlar ve kolay kolay kaybetmez. Hisse senetlerine yatırımda risk unsuru sıfırlanamasa da bazı yöntemlerle azaltılabilinir. Ayrıca borsada duygularını dizginleyebilen, rasyonel davranabilen ve özellikle sabırlı olan bir yatırımcının kayıp yaşaması zor bir durumdur.
                Gelelim borsaya yatırım yapmanın faydalarına. Borsanın ülke ekonomisine en önemli yararı gelir dağılımı adaletsizliğini azaltmasıdır. Böylece refahı toplumun tabanına yayar. Ayrıca yatırımların da artmasına vesile olduğu için ekonomik kalkınmayı desteleyen bir yapıya sahiptir. Yatırımcı açısından da pek çok faydası bulunan borsa sayesinde kişiler paralarını ülkemizin bir türlü kurtulamadığı enflasyon olgusuna karşı koruyabilmektedirler. Ayrıca aldıkları hisse senetlerinin değeri yükseldiğinde yaptıkları yatırımdan fazlasına sahip olma imkânları da vardır. Borsanın kote olmuş şirketler açısından en önemli faydası ise fon sağlama konusundadır. Ekonomi yönetimi tarafından borsada işlem gören şirketlere vergi indirimi gibi teşvikler uygulanarak borsaya katılım desteklenmektedir. Halka açılmak şirketleri kurumsallaştırarak yönetimin daha rasyonel bir şekilde yapılmasına zemin hazırlar. Ayrıca yurt içinde ve dışında şirketin tanıtımı da halka arz yoluyla yapılmış olur. Paydaşlarına daha pek çok fayda sağlayan borsa ülkemizde yeterli seviyeye henüz gelememiştir. Fakat bunun için yoğun çalışma yapılmaktadır.
                Piyasa değeri 220 milyar $ olan Borsa İstanbul’un, 20 trilyon $’lık New York Borsası’yla, 6 trilyon $’lık Nasdaq’la, 4 trilyon $’lık Japan Exchange Group’la ve 3 trilyon $’lık Euronext ile karşılaştırıldığında çok küçük kaldığı açıkça görülmektedir.
                Borsa İstanbul yönetimi 1000 şirketin borsaya katılımını hedeflemiş ve yurtiçi ve yurt dışından daha fazla yatırım çekebilmek için gayret göstermektedir. Tasarruf oranlarının çok düşük olduğu ülkemizde borsanın gelişmesi gerçekten zordur. Borsayı büyütmek için yapılabilecek en önemli işlerden biri de bence toplumdaki borsa-kumar algısını yıkmaya çalışmaktır. 

28 Haziran 2015 Pazar

TURKEY’S PLACE IN THE WORLD ECONOMY

TURKEY’S PLACE IN THE WORLD ECONOMY

                Our country is like paradise. Every corner has a unique beauty. Turkey can comparable with very few countries in the world about the history and culture. We have the most fertile soil and the most strategic location in the World. Nobody can argue with them. So, where are we in the world in economic terms? The World turns into a structure centered economy. People choose and dismiss government according to its economic performance. In today’s world, property, peace, health and happiness path through the economy. Powerful states are indebted this power to the its economy. Countries which makes its economies strong are leading the world. In this context, knowing that how is our own country’s economy arises.
                First, let’s look at the most general perspective. The initial viewed data when economies reviewing is GDP. Let me briefly mention what that meant before entering data. GDP is produced everything in a country in a time slot. Turkey’s 2013 GDP is calculated as $ 822 billion. When world countries are ranking about this data, Turkey can find a place ranked #17. Meanwhile, there is an important detail. Turkey is one of the largest 18 economy for nearly 60 years.  But there is a more specific information that are providing information on the economic level of the people from total GDP. It is per capita GDP. GDP per ca-pita finds GDP divided by the population. It is $ 10.404 for Turkey. The GDP per capita ranking situation does not seem very encouraging. Our country ranked #62 in the world in this data. It needs to be made clear that Turkey’s national income per capita is not move forward for more than five years.
                Let’s look at this in terms of agriculture. Turkey is known as an agricultural country. Our country with fertile soils and agricultural traditions has high agricultural potential in countries. If we look at the data that interest us, we see Turkey’s agricultural revenue at $ 62 billion. In this respect, we first rank in Europe. If we look at the world we rank #7. We is one of the country that have a say in the world about agriculture. But we are well below than our agriculture potential. So, Turkey will be able to have higher levels of agriculture production wit the right policies.
              
       Another indicator of the economy is industrial production and industrialization level. Industrialization is an essential condition for economic development. Our country is seems underdeveloped of industrialization of western countries. We look better than the Asia and African countries
.
                Another indicator is the financial indicators. We need to look at the performance of the İstanbul Stock Exchange to evaluate it. Borsa İstanbul has a market capitalization of $ 196 billion  and 416 companies. İstanbul Stock Exchange is ranked #37 in 57 world stock exchanges. İstanbul Stock Exchange is trying to become more powerful over time.
               

          All under the guidance, we have an idea about our country’s economic position in the world.  Turkey is in the case below its potential. Making some reforms and changing policy seems inevitable for our  economy climb to upper ranks.

P.S: I am so sorry for my English. It is getting better in time.

27 Haziran 2015 Cumartesi

KATMA DEĞER NEDİR? NEDEN ÖNEMLİDİR?

KATMA DEĞER NEDİR? NEDEN ÖNEMLİDİR?

                Günümüzün herkesten fazla söz sahibi olan, gelişmiş, kalkınmış ülkeleri bu güçlerini neye borçlu? Türkiye’den, Azerbaycan’dan, İran’dan, Güney Afrika’dan ya da Brezilya’dan farklı ne yapıyorlar? Hiç şüphesiz ki doğru cevap katma değerli teknolojik üretim. Bu ülkeler çağın en ileri teknolojisini üretiyorlar ve bu ürünleri satabilmek için insanların peşinde koşmuyor ve ya kapı kapı gezmiyorlar. Tam tersine bütün dünyada insanlar bu katma değerli ürünleri almak için aylar öncesinden sıraya giriyor. Herkes katma değerli dediğimiz ürünleri üzerindeki fiyat etiketine bakmaksızın satın alıyor. Bir ülkenin gelişmiş ekonomiye sahip olmasının yolu buradan geçiyor.
                Katma değer deyince aklımıza girdi ve çıktı arasındaki fark gelmelidir. Yani bir ürün üretilmesi için harcanan para ile o ürünün satıldığında elde edilen para ne kadar fazlaysa bu ürün o kadar katma değerli diyoruz. Ama bu olaya sadece para açısından bakmak eksiklik olur. Katma değerli üretimin sağladığı getiri paradan çok daha fazlasıdır.
                Katma değerli ürünler yükte hafif, pahada ağır özellik gösterirler. Şuan Türkiye'nin ihraç ettiğimi malların bir kilosu 1,5 $ etmekte. Bu veri Almanya için 4 $, Japonya için 3,5 $ ve Güney Kore için 3 $ seviyesinde. Artık ülkeler ihracatını değil, ihraç ettiği malların birim kilogram başına düşen getirisini arttırmaya çalışmaktadırlar. Eğer güçlü ekonomiler arasına girmek istiyorsak ülkece yapmamız gereken ihracatın kilogram fiyatını arttırmaktır. Bunun yolu da katma değerli ürünleri üretmekten geçmektedir. Buna örnek olarak pek çok şey ürünü sayabiliriz. Bir harici hard disk aldığımızda ortalama 150 lira veriyoruz. Küçücük bir kutudan bahsediyoruz. Bir de 150 lirayla patates aldığımızı düşünelim. 150 liralık teknolojik bir ürün ile patatesi ağırlık olarak karşılaştırdığımızda katma değerin ne olduğu ve ne kadar önemli olduğu biraz daha anlaşılmıştır umarım.
                Katma değer sadece sanayide var olan bir olgu olarak düşünülmemelidir. Tarımda, hayvancılıkta, sporda, inşaatta, tekstilde yani ekonominin hemen her alanında katma değerli üretim yer edinmiştir. Dünyanın ikinci tarım ihracatçısı, Konya büyüklüğünde toprağa sahip olan Hollanda başarısını katma değerli ürünler üretmeye borçludur.
                Yüksek katma değer yüksek teknolojiden geçmektedir. Teknolojik açıdan geri kalmış bir ülkenin katma değerli ürünler üretip satması hayalden öteye gidemez. İleri teknoloji ise ülke için AR-GE çalışmaları sonucu elde edilebilecek bir şeydir. AR-GE faaliyetlerine yeteri
miktarda kaynak ayrılmaz ve bu konu önemsenmezse teknolojik gelişim sağlanamayacaktır. Asya’da Çin, Japonya ve Güney Kore AR-GE faaliyetlerinde başa çekmektedir. Çin 2009 yılında AR-GE’ ye 154 milyar $ kaynak ayırmış ve Çin’de bu alanda faaliyet gösteren kişi sayısı bir milyonu bulmuştur. Türkiye is AR-GE harcamasını 8,7 milyar $ dolar olarak gerçekleştirmiştir. Asıl kıyaslama verisi AR-GE harcamalarının GSYİH’ye oranı resmi daha net görmemizi sağlamaktadır. bu veri incelendiğinde Güney Kore %3,36 oranına sahip çıkmakta ve bu oranla da dünyada birinci sırada bulunmaktadır. Türkiye’de is aynı olan 2010 yılı için %0,80 çıkmaktadır. Bu oran dünya ülkeleri arasında oldukça geride kaldığımız anlamına gelmekte. AR-GE’nin nihai amacı olan patent alma sayıları incelendiğinde ise yine durum ülkemiz açısından çok parlak gözükmemektedir. Karşılaştırmak açısından 2011 verilerini incelediğimizde Çin’in o yıl 172.000, Güney Kore'nin 94.000; Rusya, Hindistan ve Brezilya'nın her birinin 30.000 adet patent aldığını görüyoruz. Türkiye'nin ise 2011 yılında aldığı patent sayısı toplam 988. İnanılmaz derecede geri kaldığımız açıkça ortada görünüyor.
                Katma değerli ürün üretimi yolunda bir diğer önemli konu da markalaşmak ya da daha doğru deyişle marka değeri yaratmak. Dünya’da insanların markalara olan bakışı, onları sevmesi, benimsemesi ekonomi ve işletme bilimini bambaşka bir yere götürdü. Artık işletmelerin en nihai amacı karını maksimize etmek değil marka değerini maksimize etmek oldu. Marka üretilen ürünlerin satılmasına büyük katkı sağlıyor. Ama asıl katkısı ürünlerin yüksek fiyattan satılmasına kazandırdığı faydadır. Bir kot pantolonun muhtelif bir yerine bir marka simgesi yerleştirilmesi, o kot pantolonun değerini yüzlerce lira yukarı çekiyor.

                Dünyada söz sahibi olabilmek güçlü bir ülke olmaktan, güçlü bir ülke olmak da ekonomik gelişmişlikten geçmektedir. Ekonominin gelişmesi ve sağlam bir yapıya kavuşması üretimle, daha da önemlisi katma değerli üretimle mümkündür. Ülke olarak henüz bu konularda çok yetersiz durumdayız. Ama Türkiye yapacağı ekonomik yenilikler ve uygulayacağı çağdaş, bilimsel uygulamalarla katma değerli ürünleri üretme yoluna er ya da geç girecektir.

WHAT HAPPENED THE FED INCREASE INTEREST RATE IN TURKEY?

WHAT HAPPENED THE FED INCREASE INTEREST RATE IN TURKEY?

CURRENT STATUS

                Everybody knows the global banking economic crisis that US-based erupted in 2008. This crisis took place as the greatest crisis since the Great Depression in 1929 by economists. We can say that the crisis’s reason is excessively loose credit policy in America. I said American Central Bank FED how to follow the effects of the crisis to minimize. The FED was forced to go outside the usual policy in fighting the crisis. It has aimed to revive and thus reduce unemployment rates that reaching record levels by implemented an expansionary monetary policy. Besides it has attracted the interest rates for a lot of players in markets provide cheaper funds. This policy result in increasing the amount of circulating dollar has become cheaper against other leading currencies and dollar has shifted developing countries (Turkey, Indonesia, India, South Africa) to obtain higher returns. Because these countries has high interest rates. So abundant and cheap dollar entry to our country. As a result, borrowing costs have fallen and this has pushed markets dept by dollar.  We can see that most of the company’s foreign currency debt is dollar denominated debt.

WHAT HAPPENS WHEN INTEREST RATE INCREASED?

                So, what happens if increased interest rate in United States in Turkey? The first thing that can be told to leave amount of dollar from Turkey. Economists said this situation is so bad for our country. The rationale is that Turkey’s economy needs or dependence hot money a lot. Our economy is too fragile. On the other hand, the person that borrowing cheaply in dollar so worried. News of the rate hike (not itself) causing the dollar is appreciation against the lira. In the situation that news flow indexed troubled end of 2015 awaits people that has dollar debt. In light of all them a difficult period comes for Turkey we can say. I hope the economy management will take the necessary measures during this period and our economy will bump the least damaged this process


P.S: I am so sorry for my English. It is getting better in time.

26 Haziran 2015 Cuma

HOW THE MONEY DID GET ITS FUNCTİON?

HOW THE MONEY DID GET ITS FUNCTİON?

                Pieces of paper and little, round coins that we are calling money are essential for our daily life today. If we say we continue with our lives by this small toll maybe a bit of an exaggeration but certainly we do not have lied. In recent years, thanks to the great success of bank increased thanks to the use of credit and debit cards have decreased although not missing anything from money function. It sees more value than real value. But the money is an human invention and there is a period where there is no money.
                Previously Egyptians were used object that similar to money. But the money was found by the Lydians in the 7th BC in west of Anatolia. Well, how people were doing shopping? I thing the first thing that comes to mind people shopped by clearing. Yes, before the money people were giving an another property as a response when buying a property. If we compare this practice, undoubtedly negative properties will be more than positive properties. Firstly, every good had hundreds of price cause of there were any unit for evaluate. This was a huge obstacle to the development of trade.  For instance ten apples equaled to eight pears or a jar of molasses or a sack of cotton and its equilibrium varied from region to region. Another challenge of clearing procedure was should be overlapping needs of buyer and seller side. For example, the person who selling apples had to need pears and the person who selling pears had to need apples for shopping. In this situation as natural the trade have not develop and the people have not get reach.
                After this period, people began to use some object to exchange according to where they live and step closer to current monetary phenomenon. In some places, sea shells or wheat mediated shopping.  These are the first object that showing  the distinction of being  a exchanged tool.
                Then people have begin to use the gold and silver as money instead of other objects. Gold and silver that cut  different sizes were used for daily shopping and also surplus of these were saving. Thus money earned function of deposition tool. Humanity used gold and silver as money for a long time.  Of course this system was also weaknesses bu today’s monetary system is approaching.
                Today the money that we are all in hands and our wallet, firstly  appeared in England. Banknote system based on state-guaranteed. So value that on the banknote is secured by the government. This pieces of paper would not be possible buying selling in excess of its value otherwise. Today the money is generated and released by the government. This is called the money supply in the economics. The government keep under control the economy thanks to money supply.
                The economic significance of the money is undoubtedly very large. The money that the protagonist of economic activities is the only object provided people, countries and states getting poor and rich. The money is one of reasons that many major crisis in economic history. We can count thousands of examples that will allow us to understand the importance of money. But in our age there is a more important issue than having money. It is how to use the money. the main topic is that.

               P.S: I am so sorry for my English. It is getting better in time.

25 Haziran 2015 Perşembe

TÜRKİYE’DE ENFLASYONUN DÜNÜ VE BUGÜNÜ

TÜRKİYE’DE ENFLASYONUN DÜNÜ VE BUGÜNÜ

                Ülkemizde enflasyon olgusunun toplumun algısında nerede bulunduğunu, insanların enflasyon kelimesini duyduğunda bile bir rahatsızlık hissetmesinden anlayabiliriz. Türkiye’de ekonomi ile ilgilenen veya ilgilenmeyen ve de toplumun her kesiminden vatandaşların gayet iyi bildiği ekonomik bir olgu olan enflasyon, ülke tarihine bir geri dönüp bakıldığında en zor dönemlerin olmazsa olmazı olduğu kolaylıkla fark edilmektedir. Belki biz genç arkadaşlar çok iyi bilmeyiz ama büyüklerimiz enflasyonla pek çok kez sınandığından zihinlerinde enflasyondan derin izler taşırlar.
                İlk olarak enflasyonun ne olduğunu tam olarak belirleyelim. Enflasyonun en genel ve bilinen, kullanılan tanımı şudur: Fiyatlar genel düzeyindeki sürekli artış enflasyondur. Burada önemli olan iki noktadan bahsedebiliriz. Birincisi sadece bir malın değil, birden çok malın içinde bulunduğu mal sepetinin fiyatının artması enflasyonu oluşturur. Bir diğer nokta da fiyatların bir kereliğine değil sürekli bir artış göstermesidir.
                Peki, enflasyonun normalden yüksek olmasının etkileri neler? Bu alanda ilk bahsedeceğim konu enflasyonun sürekli ve dengesiz biçimde artmasının ülke açısından bir karanlık oluşturması. Bu ortamda geleceğin tam olarak kestirilememesi uzun vadeli plan yapılamamasına neden olarak yatırım ve üretim kararlarının alınmasında olumsuz etki yapar. Ekonomide denge çok önemlidir. İstikrar ve denge olmazsa ekonomi asla güçlenemez. Enflasyon o ülke ekonomisindeki istikrara zarar veren bir olgudur. Enflasyonu yüksek ekonomilere kimse güven duymaz ve ekonomiye katılmak ya da ekonomide kalmak istemez. Bir ülkede yüksek enflasyonun en çok ezdiği kesim düşük gelirli halktır. Çünkü bu insanların tasarrufları çok kısıtlıdır ve enflasyonun getirdiği fiyat artışları onları çok zor durumda bırakır. Ülkemizde yaşanan da tam olarak buydu. Zengin ise enflasyonist ortamda zaten çok olan tasarrufunu enflasyonun bir etkisi olan yüksek faize yatırarak zenginliğine zenginlik katar. Sonuç olarak enflasyonun bir etkisinin de zengin ile fakir arasındaki uçurumu arttırması diyebiliriz. Ayrıca insanlar kendi ulusal paralarını kullanmayı bırakıp, daha güvenilir gördükleri dövize yönelirler.
                Türkiye ilk olarak 1930’lu yıllarda enflasyonla tanışmış ve 2000’lerin başına kadar da kurtulamamıştır. 70’ler, 80’ler, 90’lar ve hatta 2000’lerin başı enflasyonla boğuşulan yıllardır. Ülkece ekonomimizi gerilere götüren enflasyon, her seferinde başka nedenlere bağlanmış ama asıl nedenin akılcı bir ekonomi politikası izlenmemesi olduğu çok sonra da olsa anlaşılabilmiştir. %30, %50 hatta %100’ü aşan enflasyon oranları ekonomimizi, özellikle de dar gelirli kısmın hayatını defalarca yerle bir etmiştir.
                Enflasyonun çok düşük olması, sıfır olması hatta negatif değerli olması da mümkündür. Peki enflasyonun sıfır olması bir ekonomi için sağlık bir durum mudur? Eğer bir ekonomide enflasyon sıfır olursa (şuan İngiltere’de olduğu gibi) bu ekonomik durgunluğa yol açacağından iyi bir durum değildir. İnsanlar bu durumlarda fiyatların yükselmeyeceğini bildikleri bir malı şimdiden almak istemezler. Bahsettiğim fiyatı seneye de aynı olacak malı niye şimdiden alayım düşüncesidir. Ayrıca sıfır enflasyonlu ülkede istihdam artışı sağlanamazsa doğal olarak ücretler artmaz ve bu da insanların daha fazla tüketim yapmasının önüne geçer. Talep artmadığı için malların fiyatı da artmaz. Bu durumda tüketim miktarının artmadığını fark eden yatırımcılar yatırım kararlarını tekrar gözden geçirmek durumunda kalabilirler.
                Gelelim enflasyonun ülkemizdeki bugünkü durumuna. Son açıklanan verilere göre enflasyon yıllık bazda %8’den biraz yüksek seyretmekte. 2004 yılında tek hanelere inen enflasyonun 2008 yılında tekrar %10’un biraz üzerine çıktığını görüyoruz. Tekrar tek hanelere indikten sonra 2011’de yine %10’u aşarak daha sonraki yıllardan günümüze kadar %7 ile %8 arasında bir değere sahip olmuş. Fakat bu enflasyon oranlarının da ülkemiz için yüksek olduğunu, ekonomimizin sağlığı ve güçlü yapıya kavuşması açısından şuanki seviyelerin yeterli olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ayrıca dünya geneline baktığımızda da enflasyonu yüksek ülkeler arasından sıyrılmış olsak bile, henüz güçlü ekonomilerin düzeylerine de yaklaşabilmiş değiliz. En aşağıya Vikipedi’den aldığım bir resmi ekledim bur resimde dünyadaki ülkelerin enflasyon durumlarını görebilir ve Türkiye’nin enflasyonu için bir fikir oluşturabilirsiniz.
                Sonuç olarak enflasyon bir ekonomi için iç ve dış dengeleri, büyümesi, gelir adaleti konuları açısından büyük öneme sahiptir. Ülkece yanlış ekonomi politikaları, akıldan ve bilimden uzak yönetimler nedeniyle ağır faturalar ödediğimiz o felaket yılların geride kaldığını düşününce, bundan sonraki yönetimlerin geçmişten bir ders çıkararak hareket edecekleri konusunda çok umutluyum.
               .

                

24 Haziran 2015 Çarşamba

TRAFİK KAZALARININ EKONOMİK YÖNÜ

TRAFİK KAZALARININ EKONOMİK YÖNÜ

                Trafik kazaları ülkece en çok çektiğimiz, hem maddi hem manevi canımızı çok acıtan konulardan biri. Bir türlü kurallara uymayı, trafik kültürü oluşturmayı beceremiyoruz. Trafik kazalarının en büyük nedenleri insan kaynaklı olanlar. Aşırı hız, alkollü araç kullanma, acemilik, dikkatsizlik trafik kazalarının nedenlerini düşününce ilk akla gelenler. Dünyada başı çektiğimiz birkaç alan varsa bunlardan biri de trafik kazaları diyebiliyoruz. Türkiye en çok trafik kazası yapılan ilk 10 ülke arasında bulunuyor. Bu içler acısı durumun en büyük nedenleri bilinçsizlik ve eğitimsizlik gibi görünüyor. En basitinden, kullanımı bu kadar kolay olan ve sürüş konforu açısından hiçbir olumsuz yanı bulunmayan emniyet kemerinin kullanılmamasını hayret verici derecede ilginç buluyorum.
                Öncelikle verilere bakalım. 2013 verilerine göre Türkiye’de gerçekleşen kaza sayısı bir yılda 375 bin civarında. Basit bir hesapla günde yaklaşık 1000 kaza olduğunu gösteriyor. Bu kazaların yaklaşık olarak 3000 tanesi ölüm yaşanan kazalar olarak gerçekleşmiş ve 2013 yılı içinde yaklaşık 3600 kişi trafik kazalarında can vermiş.  Bu günde 10 sadece trafik kazaları nedeniyle öldüğü anlamına geliyor. Bütün dünyada trafik kazalarından ölen kişilerin toplam sayısı bir yılda 1,5 milyon.  Türkiye’de ölüm nedenleri arasında trafik kazaları sağlık sorunlarını saymazsak kesinlikle ilk üçe giriyor. Araştırmalar ülke nüfusunun genç erkek kategorisindeki insanların birinci ölüm nedeni olarak trafik kazaları olduğunu gösteriyor. En verimli çağını yaşayan bu kişilerin trafik kazaları yüzünden hayatını kaybetmesi ülkemiz açısından çok acı bir durum.
                Gelelim işin ekonomik yönüne. Türkiye’deki kazaların direkt olarak ortaya çıkardığı hasar maliyeti 1,5 milyar lira olarak hesaplanıyor. Bunun sadece kazaya karışan araçlarda meydana gelen hasarın maliyeti olduğunu belirteyim. Trafik kazalarının tıbbi giderler, devletin giderleri, yaşanan verim kaybı gibi dolaylı maliyetleri de hesaba katılınca Türkiye'nin trafik kazalarına ödediği yıllık fatura 17 milyar lirayı aşıyor. Bir yılda gerçekleşen kazaları toplam maliyetinin Marmara Depremi’nin maliyetini geçtiği söyleniyor. Bu ülke her yıl bir Marmara Depremi yaşamak zorunda değil diye düşüyorum.  
Bu miktarlar bizim gibi gelişmekte olan ülkeler için çok büyük masraflardır. Örneğin YÖK'e bağlı devlet üniversitelerine ayrılan toplam yıllık bütçe 11,5 milyar lira. Görüldüğü gibi trafik kazaları maliyeti ile devletin iki senelik yükseköğretim bütçesine karşılık geliyor. Öte yandan ülkemizin en büyük kenti olan, her beş kişiden birinin yaşadığı metropol şehir İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yıllık bütçesinin tam iki katı kadar bir parayı trafik kazaları nedeniyle çöpe atıyoruz. Enerjide dışa bağımlılığı neredeyse %95 olan Türkiye’nin toplam enerji ithalatının %20’si kadarını ülkece trafikte havaya saçıyoruz.

                İnsan hayatının parayla ölçülemeyeceği gerçeğini de hesaba katarsak trafik kazaları Türkiye için çok ağır ve önemli bir sorun durumundadır. Trafik kazalarının çözülemeyecek ya da çaresi bulunmayan bir sorun olmadığı gelişmiş batı ülkelerince ispatlanmış durumdadır. Trafik kazalarının az olduğu ülkeler trafik cezalarını caydırıcı hale getirmiş ve genellikle trafik ve kurallara uyma bilincini çok küçük yaşlardan itibaren çocuklara aşılamakta olan ülkeler olarak karşımıza çıkıyor. Benzer uygulamaların ülkemizde de görmek ve bu maddi ve manevi yükü azaltmak için zararın neresinden dönülse kardır diye düşünüyorum.

TÜRKİYE’DE ASGARİ ÜCRET

TÜRKİYE’DE ASGARİ ÜCRET

                Ülkemizde en çok tartışılan konulardan biridir asgari ücret. Ama yüksekliği ya da yeterliliği değil her zaman konuşulan çok düşük olduğudur. Bu tartışmaları daha iyi anlayabilmek için akıl ve mantığın rehberliğinde, zihnimizde bir fikir oluşturmaya çalışalım. Beş milyon kişinin asgari ücretle çalıştığı bir ülkede bu konuyla alakalı herkesin söyleyecek sözlerinin olması gerektiğini düşünüyorum. Beş milyon asgari ücretli işçi demek yaklaşık yirmi milyon kişinin asgari ücrete bağlı bir hayat sürüyor anlamına gelmektedir. Ayrıca bu konu üstünde çok spekülasyon yapılan bir konu olma niteliği taşımakta. Asgari ücretle çalışan işçi sayısı verisi bile hükümet yanlısı kaynaklar ile hükümet karşıtı kaynaklarda birbirini tutmuyor. Bu aslında ne kadar ayrıştığımızın bir göstergesi.  Ekonomi biliminin var oluş nedeni, her insanın insanca yaşayabilmesi için elde bulunan kıt kaynakların en iyi nasıl değerlendirilebileceğini bulabilmektir. Bu temelde asgari ücret konusunu irdeleyelim.
                Öncelikle asgari ücret nedir ona bakalım. Asgari ücret bir işçinin bir ay boyunca çalıştığının karşılığı olarak alacağı en düşük ücrettir. Bu ücret verilirken her işçinin barınma, beslenme, giyinme, ulaşım ve kültürel faaliyet ihtiyacını minimum düzeyde karşılaması beklenir. Peki, Türkiye’de asgari ücret, bir kişinin kirasına, mutfak alışverişine, giyim alışverişine, ulaşımına yetebildiği gibi bu asgari ücretlinin her ay bir de bir sinema ya da bir tiyatroya gidebilmesini sağlayacak düzeyde mi? Bu soruya daha sonra döneceğiz.
                Asgari ücretin nasıl belirlendiği de bir ülke için önemlidir. Bizim ülkemizde asgari ücret bir komisyon tarafından belirleniyor. Bu komisyonun içinde işverenleri temsilen beş, işçileri temsilen beş ve devletin ilgili bakanlık, Hazine Müsteşarlığı, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı gibi birimlerinden katılımcılar bulunuyor. Yani işçi, işveren ve devlet beraber bir karar alıyor. Bu yöntem gayet eşit ve doğru bir yöntem diyebiliriz. Devletin bu komisyondaki misyonu arabulucuk etmek. Bu komisyon en geç iki yılda bir toplanıp asgari ücrete karar vermek zorundadır.
                Şimdi biraz sayılar ne diyor ona bakalım. Şuanda ülkemizde a
sgari ücret brüt 1200 lira, net ise 950 lira olarak belirlendi ve uygulanıyor. Temmuzdan sonra net 1000 liraya çıkacak olan asgari ücret, açlık sınırı olarak belirlenen 1350 liranın altında bulunuyor. Dört bin lira olan yoksulluk sınırının ise yanına bile yaklaşamıyor. Bu da demek oluyor ki Türkiye’de 20 milyon kişi açlık sınırının altında yaşamaya mahkûm. Bir de işveren açısından bakacak olursak bir asgari ücretlinin işverene maliyeti 1400 lira olarak karşımıza çıkıyor. İşçinin eline geçen ile işverene binen yük arasındaki 450 liralık yük apayrı bir sorun teşkil ediyor.
Peki, Türkiye’ye kıyasla diğer ülkelerde asgari ücret ne durumda? Avrupa ile karşılaştırdığımızda, ülkemizdeki asgari ücretin pek çok ülkeden düşük olduğu görülüyor. Bunda ülke standartlarının önemi büyük ama Türkiye’de asgari ücretlilerin çalışanlar içindeki payı Avrupa ülkelerine göre çok yüksek. Asgari ücretin miktar olarak düşük olmasından çok asıl sorun bu gibi görünüyor. Ülkemizde asgari ücret uygulamasının bir eksikliği de şudur: Avrupa ülkelerinde asgari ücret belirlenirken işlerin ağırlığı, yetenek gerektirmesi, bilgi ve tahsil gerektirmesi gibi kriterler dikkate alınarak farklı iş kollarına farklı asgari ücret miktarı belirleniyor. Türkiye’de ise bu uygulama yok bütün iş kolları aynı asgari ücrete tabi.
                Asgari ücret ile ilgili yapılan çok az bilimsel çalışma bulunmaktadır. Olanların da bir çoğu Amerika’da yapılmıştır. Gelişmiş ülkelerde 100 yıldan fazla bir süredir uygulamada olan asgari ücret sistemi, ülkemizde 1950’den sonra uygulanmaya başlamıştır. İktisadi açıdan değerlendirildiğinde asgari ücretin en önemli etkisi istihdam üzerinedir. Bu konular üzerine yapılan çok az çalışma farklı sonuçlar vermiş ve asgari ücretin istihdamı ne yönde etkilediği konusunda kesin bir fikir birliği sağlanamamıştır.  Bu yüzden asgari ücret artarsa istihdam da artar ya da azalır diyemiyoruz.

Sonuç olarak asgari ücret hem gelişmekte olan ülkeler hem de gelişmiş olan ülkeler için hayati öneme sahiptir. Bizim ülkemizde asgari ücret muhakkak yeterli seviyede değil ama bunun yanında çalışma saatleri ve çalışma şartları gibi sorunların çözüme kavuşturulmak için daha acil olduğunu düşünüyorum. 

22 Haziran 2015 Pazartesi

TÜRKİYE’NİN DÜNYADAKİ EKONOMİK YERİ

TÜRKİYE’NİN DÜNYADAKİ EKONOMİK YERİ

                Ülkemiz cennetin dünyadaki karşılığı gibi. Her köşesi kendine has bir güzellik taşıyor. Tarihiyle, kültürüyle Türkiye dünyada çok az sayıda ülke ile kıyaslanabilir. Dünyanın en stratejik konumu ve en bereketli topraklarına sahibiz. Bunları kimse tartışamaz. Peki, ekonomik açıdan dünyanın neresindeyiz? Artık dünya ekonomi merkezli bir yapıya bürünmektedir. Halklar arttık hükümetleri ekonomik performansına göre seçmekte ve onları görevden almaktadır. Günümüz dünyasında refahın, huzurun, sağlığın ve mutluluğun yolu ekonomiden geçiyor. Güçlü devletler bu güçlerini ekonomilerine borçludur. Ekonomisini güçlü hale getiren bu ülkeler dünyayı yönetiyorlar. Bu doğrultuda kendi ekonomimizin durumunu bilmemizin ne kadar önemli olduğu apaçık ortaya çıkıyor.
                Öncelikle en genel perspektiften bakalım. Ülke ekonomileri gözden geçirilirken ilk bakılan veri genlikle gayri safi yurt içi hâsıladır. Kısaca GSYİH olarak ekonomi yazılarında karşımıza çıkıyor. Veriye girmeden önce ne anlama geldiğinden kısaca bahsedeyim. GSYİH bir ülkede bir zaman dilimi içerisinde üretilen her şeydir. Türkiye’nin 2013 GSYİH’sı 822 Milyar $ olarak hesaplanmış. Dünya ülkeleri bu veri ile sıralandığında Türkiye 17. sırada kendine yer bulabiliyor. Bu arada önemli bir detay var. Türkiye yaklaşık 60 yıldır en büyük 18 ekonomi içinde bulunuyor.  Fakat bu veriden daha belirleyici ve ülke insanının ekonomik düzeyi hakkında bilgi veren bir bilgi. O da kişi başına düşen GSYİH. Kişi başına düşen GSYİH, GSYİH’nın ülke nüfusuna bölünmesiyle buluyor. Türkiye için bu veri 10,404 $ çıkıyor. Kişi başı GSYİH sıralamasında ise durum pek iç açıcı görünmüyor. Ülkemiz bu alanda dünyada 62. sırada. Şunu da belirtmek gerekiyor ki Türkiye’nin kişi başı milli geliri beş yıldan daha fazla bir süredir ilerleyememekte. Ekonomide orta gelir tuzağı denen bu durum ülkemizin ekonomik açıdan uzun zamandır yerinde saydığının bir göstergesi.
                Bu işe bir de tarım açısından bakalım. Türkiye bir tarım ülkesi olarak bilinir. Verimli toprakları ve tarım geleneğiyle ülkemiz tarım potansiyeli en yüksek olan ülkeler içinde. Bizi ilgilendiren verilere bakacak olursak Türkiye’nin tarımsal gelirini 62 Milyar $ olarak görüyoruz. Bu açıdan Avrupa’da ilk sıradayız. Dünyanın geneline bakacak olursak ise 7. sıradayız. Tarım alanında dünyanın söz sahibi ülkelerinden biri olduğumuz aşikâr. Fakat tarımda potansiyelimizin çok altında olduğumuz otoritelerce vurgulanmaktadır. Yani Türkiye doğru politikalarla tarımsal üretimde daha yüksek seviyelere varabilecektir.
                Ekonominin bir diğer göstergesi sanayi üretimi ve sanayileşme düzeyidir. Sanayileşme ekonomik gelişmişlik için olmazsa olmaz bir durumdur.  Genel olarak bakıldığında ülkemiz batı ülkelerinden sanayileşme anlamında geri kalmış gözükmekte. Asya ve Afrika ülkelerinden ise birkaç istisna dışında daha iyi görünüyoruz.
                Bir diğer gösterge finansal göstergelerdir. Bunu değerlendirmek için Borsa İstanbul’un performansına bakmamız gerekiyor. Borsa İstanbul 196 Milyar $ piyasa değerine sahip olup 416 şirketi bünyesinde barındırmaktadır. Bu verilerden piyasa değeri açısından 57 dünya borsası içinden 37, işlem hacmi bakımından ise 22. Sırada bulunan Borsa İstanbul’un zamanla daha güçlü hale gelmesi için çalışılmaktadır.

                Bütün bu verilerin rehberliğinde ülkemizin ekonomik açıdan dünyada hangi konumda olduğuna dair bir fikrimiz oluşmuş oldu. Görüldüğü üzere Türkiye potansiyelinin çok altında bir durumda bulunuyor. Ekonomimizin daha üst sıralara tırmanması için bazı reformlar ve politika değişiklikleri yapılması kaçınılmaz görünüyor. Ülke insanının mutluluğu, refahı ve yaşam kalitesi bu değişikliklerin yapılmasına bağlı diyebiliriz.

20 Haziran 2015 Cumartesi

TÜRKİYE’DE KİTAP FİYATLARI PAHALI MI?

TÜRKİYE’DE KİTAP FİYATLARI PAHALI MI?
                Ülkemizde kitap okunmadığı maalesef acı bir gerçek. Kitaba harcadığımız vakit ve para gelişmiş ülkelere oranla bir hayli düşük. Peki, bu durumun böyle olmasında kitap fiyatlarının etkisi ne? Kitaplar çok mu pahalı? Aslında bu soru genel anlamıyla sorulduğunda gerçek bir fikir birliğinin olmadığını görmekteyiz. Kimine göre kitaplar çok pahalı, kimine göre de bazı gereksiz ve zararlı şeylerle karşılaştırıldığında çok ucuz. Peki, doğru cevaba nasıl ulaşacağız? Bunun için bir takım karşılaştırma ve tespit yapmamız gerekiyor.
                Öncelikle kitap fiyatlarının, ekonominin en temel olgularından arz – talep kanununa göre şekillenip şekillenmediğine bir bakalım. Türkiye’de kitap okunmuyor biliyoruz. Yani kitaba olan talep düşük diyebiliriz. O halde beklenen durum kitap fiyatlarının düşük olmasıdır. Fakat farklı bir bakış açısından daha bakmazsak yanılabiliriz. Talebin düşük olduğu kitaplar az sayıda basılıyor. Basım sayısı yine okuma oranları gibi diğer gelişmiş ülkeler ile kıyaslandığında çok düşük. Böyle olunca birim başına maliyet kalemleri yükseliyor ve bu da kitap fiyatlarının ucuzluğuna engel teşkil ediyor.
                Bir de kitap fiyatlarının pahalı olup olmadığını anlayabilmemiz için bir kitabın farklı ülkelerdeki fiyatı ile o ülkedeki kişi başı GSYİH’yı oranlayarak karşılaştırabiliriz. Bunu yapmak için son zamanlarda dünya çapında çok okunan Grinin Elli Tonu adlı kitabı örnek alabiliriz. Bu kitap için Türkiye’de fiyat ile GSYİH oranı 8,80 çıkıyor. Amerika’da bu oran 1,82 çıkıyor. Yine aynı oran Fransa’da 4,86, Almanya’da 5,10, İtalya’da 4,57, İngiltere’de 2,49 ve son olarak Finlandiya’da 4,07 olarak karşımıza çıkıyor. Bu da bir kitabın ülkemizde, örnek verdiğimiz diğer gelişmiş ülkelere nazaran daha pahalı olduğu gerçeğini gün yüzüne çıkarıyor.
                Peki, kitap satışlarından asıl para kazanan kim? Öncelikle devlet kitap satışlarından %8 oranında KDV alıyor. Bu oranı yüksek bulanların ve hiç vergi alınmaması gerektiğini düşünenlerin sayısı çok fazla. Öte yandan yazarlar kitap satışlarından telif hakkı olarak belli bir pay alıyor. Bu pay kitaptan kitaba ve yazardan yazara değişmekle birlikte %10 ile %40 arasında değişiyor. Bu da gösteriyor ki bir yazarın ciddi anlamda para kazanabilmesi için, hatta sadece yazarlıkla geçimini sağlayabilmesi için yazdığı kitabın gerçekten çok satılması gerek ve de telif hakkı oranının yüksek olması gerek. Anlaşılıyor ki yazarlar da kitaptan para kazanamıyor. Kitabı basan basımevi için de durum çok farklı değil. Basımevleri bastıkları kitabı satış fiyatının en fazla yarısı kadarına elinden çıkarıyor. Bundan sonraki gelir tamamen dağıtımcı ve kitabevlerine kalıyor. Bütün bunlar Türkiye’de kitap satışlarından para kazananların, piyasayı ellerinde tutan belli başlı kitabevleri olduğu sonucuna bizi ulaştırıyor.
                Kitap fiyatları konusu açılınca en çok duyduğumuz şeylerden biri de sigara ile kitap fiyatlarının karşılaştırılması. Ne denli zararlı olduğunu bildiğimiz bir paket sigaranın 8 – 10 TL olduğu bir ülkede ortalama 20 TL olan kitap fiyatları çok da pahalı görünmüyor. Bu bakış açısına sahip insan sayısı da azımsanmayacak kadar çok ve haksız da sayılmazlar.

                Sonuç olarak kitap fiyatları ülkemizde ucuz diyemiyoruz. Gelişmiş ülke insanlarına nazaran kitaba daha pahalı ulaşıyoruz. Ama belki de asıl soru ‘Kitaplar pahalı mı?’ sorusu değil, ‘Ülkede pahalı olmayan ne var?’ sorusudur.

FED FAİZ ARTTIRINCA NE OLACAK?

FED FAİZ ARTTIRIRSA NE OLUR?

ŞUANKİ KONJONKTÜR
                2008 yılında patlak veren, Amerika merkezli bankacılık kaynaklı küresel ekonomik krizi bilmeyenimiz yok. Bu kriz 1929 yılındaki Büyük Buhran’dan sonra gerçekleşen en büyük kriz olarak ekonomistlerce değerlendiriliyor. Krizin nedeni kısaca Amerika’da bankacılık sektörünün uyguladığı aşırı gevşek kredi politikası diyebiliriz. Değineceğim nokta Amerikan Merkez Bankası FED’in kriz etkilerini en aza indirmek için nasıl bir yol izlediği. FED bu krizle mücadelede alışılmış politikalarının dışına çıkmak durumda kalmıştır.  Genişletici bir para politikası uygulamış ve bununla da ülkede krizin azalttığı ekonomik faaliyetleri tekrar canlandırmayı ve dolayısıyla rekor seviyelere ulaşan işsizlik oranlarını düşürmeyi hedeflemiştir.
Bunun yanında da faizleri çok aşağıya çekmiş piyasalardaki oyuncuların daha ucuz fon sağlamasını amaçlamıştır. İşte bu politikalar sonucu dolaşımdaki miktarı artan Dolar diğer önde gelen para birimleri karşısında ucuzlamış ve daha yüksek getiri elde etmek için faiz oranı daha yüksek olan gelişmekteki ülkelere (Türkiye, Endonezya, Hindistan, Güney Afrika) kaymıştır. Yani ülkemize bol miktarda ve ucuz halde dolar giriş yapmıştır. Bu da dolar ile borçlanma maliyetlerini düşürmüştür ve bu da piyasayı dolar ile borçlanmaya itmiştir. Şuan bakıldığında döviz borcu olan çoğu şirketin borcunun dolar cinsinden olduğunu görebiliriz.
FAİZ ARTINCA OLACAKLAR

                Peki, Amerika Birleşik Devletleri’nde faiz artarsa Türkiye’de ne olacak? İlk söylenebilecek şey bir miktar doların ülkeyi terk edeceği. Bu da ülkeyi çok zor durumda bırakır yorumu ekonomi çevrelerince benimsenmiş durumda. Gerekçesi ise Türkiye'nin sıcak para ihtiyacının ya da bağımlılığının çok yüksek bir ekonomiye sahip olması diyebiliriz. Ekonomimiz çok kırılgan bir yapıda. Öte yandan dolar ile ucuzca borçlanan kesim için de faiz artırımı çok büyük bir tehlike arz etmekte. Göründüğü üzere faiz artırımının kendisi değil haberi bile doların lira karşısında değer kazanmasına neden oluyor. Haber akışına bu kadar endeksli bir ortamda dolar borcu olanları zor bir 2015 sonu bekliyor. Ayrıca cari açık nedeniyle de dolar kurunun yukarı yönlü hareketi ülke ekonomisi için son derece olumsuz bir olay olarak görüldüğünden FED’in parasal genişleme politikasını sonlandırması ülkemiz açısından hiç iyi bir haber olarak yorumlanmıyor. Bütün bunların ışığında ülkemizi zor bir dönem bekliyor diyebiliriz. Umarım ekonomi yönetimi gerekli önlemleri alacak ve bu dönemi en az hasarlı şekilde atlatarak ekonomimiz sağlam bir yapıya kavuşturacaklardır.

19 Haziran 2015 Cuma

PARA BUGÜNKÜ İŞLEVİNİ NASIL KAZANDI?

PARA BUGÜNKÜ İŞLEVİNİ NASIL KAZANDI?
                Para dediğimiz kâğıt parçaları ve küçük, yuvarlak metaller bugün günlük yaşantımızın olmazsa olmazı. Hayatımızı bu küçük araçlarla devam ettiriyoruz dersek belki biraz abartmış oluruz ama kesinlikle yalan söylemiş olmayız. Son yıllarda bankaların büyük başarısı sayesinde artan kredi ve banka kartları sayesinde kullanımı azalmış olsa da paranın işlevinden bir şey eksilmiş değil.  Paranın ederinden daha fazla değer gördüğü, insanların onu kendinden, sevdiklerinden öteye koyduğu da bir gerçek fakat hatırlatmalıyım ki para da bir insan icadıdır ve paranın olmadığı bir dönem de vardır.
                Daha önce Sümerler ve Mısırlılar tarafından benzeri şekilde kullanımı bulunsa da para, milattan önce 7. yüzyılda medeniyetler beşiği Anadolu’muzun batısında hüküm süren Lidyalılar tarafından insanlığa hediye edilmiştir. Peki, daha önce bu insanlar bir şey alıp satarken ne yapıyorlardı? Hepimizin aklına ilk gelen şey takas yoluyla bu işlerini hallettikleridir sanırım. Evet paradan önce insanlar bir malı satın alırken karşılık olarak ellerindeki başka bir malı veriyorlardı. Bu uygulamanın artılarını ve eksilerini karşılaştıracak olursak kuşkusuz eksileri çok daha uzun kalacaktır. Bir kere değer biçmek için bir ortak bir birim olmadığı için her malın onlarca belki yüzlerce fiyatı bulunmaktaydı. Bu ticaretin gelişmesi için çok büyük bir engeldir. Örneğin 10 tane elma 8 tane armut ya da bir küp pekmez ya da bir çuval pamuk değerindeydi ve doğal olarak bu fiyatlar bölgeden bölgeye değişmekteydi. Takas usulünün bir diğer zorluğu alıcı ve satıcı tarafın ihtiyaçlarının örtüşmesi gerektiğiydi. Mesela elma satan kişinin armuda, armut satan kişinin de elmaya ihtiyaç duyması lazımdı ki 10 elma ile 8 armut takas edilsin. Böyle bir ortamda doğal olarak ticaret gelişememiş ve insanlık zenginleşememiştir.
                Bu dönemden sonra insanlar yaşadıkları bölgelere göre bazı nesneleri mübadele aracı olarak kullanmaya başlamışlar ve bugünkü anlamıyla para olgusuna biraz daha yaklaşmışlar. Bazı yerlerde deniz kabuğu, bazı yerlerde buğday gibi nesneler alışverişe aracılık etmiştir. Bunlar paranın dört önemli işlevlerinden biri olan mübadele aracı olma özelliğini gösteren tarihteki ilk nesnelerdir.
                İnsanlar daha sonra bu tür farklı nesneler yerine para olarak altın ve gümüş madenlerini kullanmaya başladılar. Farklı boyutlarda kestirilen altın ve gümüş sikkeler günlük alışverişlerde mübadele aracı olarak kullanılıyor ve de ihtiyaçtan fazlası biriktiriliyordu. Bu da paranın değer biriktirme aracı işlevini kazanmasını sağladı. Tarihte bu metallerden sadece altının para olarak kullanıldığı da oldu hem gümüşün hem altının kullanıldığı dönemler de oldu. İnsanlık uzun bir süre de para olarak altın ve gümüşü kullanarak idare etti. Elbette bu sistemin de eksik yanları, zayıf yönleri vardı ama günümüzdeki paraya gittikçe yaklaşılıyordu.
                Günümüzde hepimizin elinde, cüzdanında olan para, diğer adıyla itibari para, ilk olarak bin altı yüzlü yıllarda İngiltere’de ortaya çıkmış ve bu sistemin temelleri orada atılmıştır. Banknot sisteminde devlet güvencesi esastır. Yani basılan banknotların üzerinde yazan değerde olduğu devlet tarafından güvence altına alınmıştır. Zaten maliyeti çok düşük olan bu kâğıt parçalarının değerinin çok üstünde malların alınıp satılmasında kullanılması başka türlü mümkün olamazdı. Günümüzde kullandığımız paralar devlet eliyle oluşturulup piyasaya sürülmektedir. Buna ekonomide para arzı denir. Para arzı yoluyla devlet ekonomiyi kontrolü altında tutar.

                Paranın iktisadi açıdan önemi şüphesiz çok büyüktür. Ekonomik aktivitelerin başrol oyuncusu olan para insanları, toplumları, ülkeleri, devletleri zenginleştiren ve fakirleştiren yegâne olgudur. İktisat tarihinde karşımıza çıkan, belli kesimleri yoksul ve zor durumda bırakan pek çok büyük krizin nedeni paradır. Bırakın tarihi şu günlerde bile ülkemizde Amerikan Merkez Bankası’nın faizleri arttırması halinde Türkiye’de bulunan doların Amerika’ya geri döneceği ve bunun sıcak paraya aşırı bağımlı hale gelen ülke ekonomisini ne kadar kötü etkileyeceği konuşuluyor. Paranın ekonomi ve hayat üzerindeki önemini anlamamızı sağlayacak binlerce örnek sayabiliriz. Ama çağımızda artık paraya sahip olmaktan öte bir mesele var. O da paranın nasıl kullanılacağı. Büyümenin, zenginleşmenin yolu paraya sahip olmaktan çok onu nasıl kullanacağını bilmekten geçiyor.